SİZİ MÜJDELİYORDU

Üstâdının yanında, "İki ay" etti hizmet.
Bu kısacık zamanda, aldı mutlak icâzet.

Hocası "Bâkî Billâh", onu ilk gördüğünde,
Muhabbeti, kalbine işlemişti o günde.

Gösterip ona özel iltifât ve ilgiyi,
Anlattı hocasıyla olan şu hâdiseyi:

(Hocam "İmkenegî"den aldığımda icâzet,
bana buyurdular ki: "Hindistâna avdet et.

Yetiştireceksin ki sen orada birini,
"Kutb-u âlem" olur ve ihyâ eder bu dîni."

Hocamdan ayrılarak, o gün yola koyuldum.
Sizin bulunduğunuz "Serhend"e vâsıl oldum.

Rü'yâ gördüm o gece, dediler ki gâibden:
"Bir kutb'un civârında bulunursun şimdi sen"

Sonra, şemâilini gösterdiler o "Kutb"un.
İşte siz o zâtsınız, size müjdeler olsun.)

Hakîkaten "İmâm-ı Rabbânî" hazretleri,
Ne zaman ki ayrılıp, Serhend'e döndü geri,

Başladı etrâfında insanlar toplanmaya.
Ve aldığı feyzleri etrâfına yaymaya.

Hocası "Bâkî Billâh" hazretleri hem dahî,
Bu zâtın huzûruna gelerek bizâtihî,

Talebe arasında, oturup bir köşede,
Bu yüksek bilgilerden ederdi istifâde.

Yine bir gün, üstâdı "Muhammed Bâkî Billâh",
Mubârek hânesine gelmiş idi bir sabâh.

Lâkin hizmetçisinden öğrendi ki o vakit,
Kalbiyle meşgûl olup, değildi pek müsâit.

Odasına girmeden, dedi ki hizmetçiye:
"Râhatsız olmasınlar şimdi biz geldik diye."

Bekledi kapısında, çok edebli olarak.
Lâkin "İmâm", içerden biraz sonra kalkarak,

Derhal suâl eyledi: (Kapımızda kim var ki?)
O, arz etti dışardan; (Fakîr Muhammed Bâkî.)

O, bu ismi duyunca, koşup kapıyı açtı.
Üstâdını, edeb ve hürmetle karşıladı.

Bir gün de, mektûb yazıp "İmâm-ı Rabbânî"ye,
Onun üstünlüğünü getirdi şöyle dile:

(Efendim, buyurmuş ki Abdullah-i Ensârî:
"Beni yetiştirmiştir Ebül Hasan Harkânî.

Lâkin şimdi üstâdım sağ olsaydı bu günde,
Hiçbir şey düşünmeden, diz çökerdi önümde."

Biz dahî gelmiyorsak huzûrunuza sık sık,
Aslâ bunun sebebi, değil ihtiyâçsızlık.

Yüksek sohbetinize muhtâcım ben de elbet.
Ve lâkin gelmek için, bekliyorum işâret.

Size, "Talebem" demek, sığmaz edeb, hayâya.
"Haddini bilmek" düşer, biz gibi fukarâya.)